“Ölümsüzlük Teorisi ve Gilles Deleuze” metni daha önce Gonzo Corpus’un 5. sayısı olan “Varoluşun O Karanlık Dehlizi: Ölüm” içinde yer almıştı. Metnin gözden geçirilip, eklemelerle zenginleştirilmiş bu versiyonu Kült Gonzo Corpus Kitapları’nın ilk parçası olarak okura sunuluyor.
Bilen bilir, bilmeyen öğrenir şeklinde düşünecek olursak diyebiliriz ki Deleuze‘ün tüm felsefesi insanın yaşayabileceklerini çoğaltmaya yönelikti. Buna insan bilincini genişletme çabası da diyebiliriz aslında. Ama Deleuze’ün kendinden öncekilerden farkı, genişleme için öncelikle kasılmak gerektiği yönündeki saptamasından ileri gelmektedir. O, Schelling‘e dayanan doğa felsefesinin merkezine genleşip-daralan bir madde yerleştirmişti. Böylelikle statik merkez kavramını akışkan bir şeyle doldurarak içten çökertmek suretiyle ortadan kaldırabileceğini düşünüyordu. Beş duyumuzun algılayabileceklerinin sonsuz olduğunu ve bizim yapmamız gerekenin de işte bu sonsuzluğun akışı önüne çıkan engelleri aşmak olduğunu söylüyordu. Buna ilâveten ise bu engelleri koyanın bizzat biz olduğumuzu, çünkü kendimizi kısıtlamaya yönelik olarak özneleştirildiğimizi öne sürüyordu. Bizi kısıtlayan en önemli unsursa temsile meyilli bir yaratıcılık anlayışına sahip olmamızdı. Deleuze’e göre nitelikli ve nicelikli sanat, edebiyat veya felsefe temsilin, sembolik düzenin içinde çatlaklar, yarıklar, gedikler veya boşluklar oluşturarak sonsuzluğun hayata sızmasını sağlamayı başarabilen yaratıcıların ürünü olabilirdi ancak.
İçinde yaşadığımız sembolik düzen tarafından şekillendirilip yapılandırılan bilinçdışı, medyanın, televizyonun, filmlerin, reklamların yarattığı sanal gerçeklerle doldurulmak suretiyle istilâ ediliyor ve insanın arzuları, arzu nesneleri ve arzulama biçimleri ana rahminden itibaren şekillendiriliyordu. Dolayısıyla da yeni bir şey yaratabilmenin tek yolu ana rahmine düşmeden önceki yere olmasa bile, en azından sembolik düzen tarafından nesneleştirilmeden önceki tekil öznelliğimize dönmek olarak çıkıyordu karşımıza. Öznenin oluşum sürecinin bir başı olmadığı gibi, bir sonu da yoktu lâkin. Zira öz tabir edilen şey, yani kültürel bir varlık olarak insan oluşmaya başlamadan önceki insanlık hâli – ki buna insan doğası diyenler de vardır – doğadan kültüre geçiş yapmış insan aklıyla algılanamazdı. Bilinçdışının dışına çıkmak gerçeğin tesisi ve hakikatin inşası için işte bu yüzden gerekliydi. Algılama aşamasında yaratılacak bir farklılık algılanan nesnenin kendisinde de bir değişime sebep olacağından, algının ötesindeki yeni bir anlamlandırma biçiminin geliştirilmesi gerekiyordu. Deleuze’ün transendental ampirizm(aşkınsal deneyimcilik) kavramının Schelling’in doğa felsefesine dayanan kaynakları, onun Bergson ve Spinoza‘yla kurduğu derin ilişkiyi de açıklıyor sanırız. Deleuze’ün gerçeğe tecrübeyle ulaşılabileceğini ve sonsuzluğun doğaya has bir özellik olduğunu dile getiren transendental ampirizm (aşkınsal deneyimcilik) felsefesine karşı sonsuzluğun ancak matematiksel olarak anlaşılıp aktarılabileceğini öne süren Badiou ise aşılması gereken şeyin insanın düşünebileceklerinin yaşama ve tecrübeye indirgenmesi olduğunu vurgular. Deneyimcilik ve akılcılık arasındaki bitmek bilmez teorik savaş yepyeni bir suretle yeniden karşımıza çıkmıştır belli ki işte…
Sonsuzluğun bilimin iki farklı alanındaki, biyoloji ve matematikteki tezahürlerini kendi felsefelerine uyarlayan Deleuze ve Badiou kendimizi birer ölümsüz olarak görmemiz, görebilmemiz gerektiği konusunda hemfikirdir. Ayrıldıkları nokta bu ölümsüzlüğün nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği hususundadır. Diyebiliriz ki Deleuze gerçeği yerde ararken, Badiou gerçeği gökte aramaktadır. Bizim yarattığımız bu garip dünyada ise yerle gök bir olmuştur adeta. Sonsuzluğa giden yol dünyanın dışından değil, içinden geçmektedir anlaşılan. Sonsuzluk dışımızda olmaktan ziyade içimizdedir belli ki… Hepimiz ölümsüzüz desek çok mu ileri gitmiş oluruz acaba?
Ölümsüzlük Teorisi ve Gilles Deleuze
Kült Neşriyat
Filed under: Ölümsüzlük Teorisi, Edebi ve Felsefi Mevzular, Ontoloji, Türkçe Yazılar Tagged: Alain Badiou, Ölümsüzlük Teorisi, Badiou, Difference and Repetition, Felix Guattari, Gilles Deleuze, philosophy, Slavoj Žižek, yaratıcılık, yaşam, yıkıcılık
